Tıp alanında son zamanlarda yaşanan baş döndürücü gelişmelere rağmen hâla daha doğumun dolayısıyla da erken doğumun neden, nasıl ve hangi etkenlerle başladığı tam olarak açıklanamadı.
Bu sebeple ne yazık ki hiçbir gebemize “bunu yaparsan, şunu da yapmazsan kesin erken doğum olmaz!” diyemiyoruz. Bir risk faktörü yokken dahi başımıza gelebilen erken doğumlar, tüm doğumların yaklaşık yüzde 9-10’udur. Yani basit bir hesapla, her 10 doğumdan biri 37. haftadan önce ‘erken’ sonlanıyor.
Gebelik şekeri, gebelik tansiyonu, rahim şekil anomalileri, rahim ağzı ameliyatları, gebelikte geçirilen enfeksiyonlar, çoğul gebelik varlığı, sigara kullanımı gibi bilinebilen risk faktörleri yoksa dahi erken doğum yaşanabiliyor.
Nasıl önlemler alabiliriz?
Tam bu anda 2 önemli nokta var; birincisi anne adayı yeni ve her zamankinden farklı şikayetlerini mutlaka dikkate almalı. Önlenebileceği halde önlenememiş erken doğumların en büyük sebebi anne adayının geçer düşüncesiyle durumunu az önemseyip doktoruna başvurmakta geç kalması. Mesela çok düzenli aralıklarla gelen ve hiçbir pozisyonda değişmeyen/azalmayan ağrılar mutlaka bir kontrolü hak eder. Daha önce görülmemiş az da olsa çamaşır ıslaklıkları da öyle. Leke şeklinde de olsa vajinal kanamalar da böyle.
İkinci ve bence asıl önemli olan ise her ne kadar istemesek de olası bir erken doğum durumunda o an 37. haftaya ne kadar yakın olduğumuz. Günümüz ileri tıp teknolojileriyle 24. haftadan sonraki doğumlarda özenli ve dikkatli bakımlarla yeni doğanlarımız sorunsuz yaşayabiliyor olsalar da her zaman istenen arzulanan, yıpratıcı kuvöz süreçlerinden mümkün olduğunca uzak kalabilmek. 37. haftaya ne kadar yakın olabilirsek bebeğimize yapılan tedavi gereksinimi o kadar azalır. Kuvöz gün sayımız düşer ve anne karnında bekletebildiğimiz her 1 gün, kuvözdeki yaşamda 1 günden fazlasını çalar.