FOMO olarak kısaltılan ‘Fear of Missing Out’; önemli sosyal olayları veya bilgileri kaçırma korkusunun neden olduğu psikolojik bir huzursuzluk ve kaygıdır. Bu korku, kişinin bir şeyleri kaçırıyor olma endişesi duymasıyla kendini gösterir. Özellikle günümüzün sosyal ağlarının da yardımıyla FOMO olgusu daha yaygın ve ciddi hale gelmiştir. Bu psikolojik duruma sahip kişilerde internet bağımlılığı belirtileri gelişir ve hatta kendilerini, sadece ‘kaçırmamak’ için ilgi duymadıkları sosyal aktivitelere katılmaya zorladıkları görülür.
FOMO terimi ilk olarak 2004 yılında Harvard Business School yayını ‘The Harbus’ta Patrick J. McGinnis tarafından önerildi. McGinnis ayrıca, çağdaş toplumdaki ortak kaygıyı ortaya koyan ‘FOBO’ (Daha İyi Bir Seçenek Korkusu) terimini de icat etti. Ancak FOMO kavramının kökeni, pazarlama uzmanı Dan Herman'ın 2000 yılında tüketicilerin bir şeyi kaçırma korkusunu (Bir şeyi kaçırma korkusu psikolojisi) ve insanların bunu fark etmeye başlamasını anlatan bir araştırma makalesine kadar uzanıyor. Sosyal medyanın yükselişiyle birlikte FOMO olgusu hızla yayıldı ve tüm dünyada yankı bulan psikolojik bir sorun haline geldi.
FOMO semptomları olan kişiler çoğu zaman herhangi bir sosyal aktivite davetini reddedemezler ve fiziksel ve zihinsel olarak yorgun olsalar bile kendilerini çeşitli aktivitelere katılmaya zorlarlar. Önemli bir konuşmanın dışında kalmak veya sosyalleşmek gibi olası önemli anları kaçırmaktan korkarlar. Bu durum aslında ‘var olma duygusuna’ yönelik aşırı bir arzudur.
Her gün saatlerce sosyal medya hesaplarında gezinmek ve diğer insanların güncellemeleri veya gönderilerini sık sık kontrol etmek, birçok FOMO hastası için bir ‘alışkanlık’tır. Biraz dikkatsiz davranırlarsa arkadaşları arasındaki önemli olayları kaçıracaklarından korkarak sık sık sosyal medya hesaplarını kontrol ederler. Hatta başkalarının harika hayatlarını kendi eksikliklerinin büyüteci olarak görürler ve kendilerini sürekli zihinsel olarak yorarlar.
FOMO, sosyal durumlarla sınırlı değildir; haber başlıkları, güncel konular, anlık mesajlar veya e-postalar ve bilgi konusunda aşırı kaygı da tipik bir semptomdur. FOMO'dan muzdarip insanlar, en son haberleri takip etmeleri gerektiğine, aksi takdirde dünyayla bağlantılarının kesileceğine inanırlar.
FOMO'ya derinden bağlı olan insanlar özellikle grup içinde ‘marjinal bir kişi’ olmaktan korkarlar ve grup ilgisine ihtiyaç duyarlar. Ancak bu, çoğu zaman kendilerini yorgun hissetmelerine neden olur ve hatta gerçek öz-değer duygularını zayıflatır. Artık grubun odak noktası olamayınca da yoğun bir depresyona ve kaygıya düşerler.
FOMO'su olanlar, başkalarının hayatlarından kesitler gördüklerinde sıklıkla kıskançlık, endişe veya azalmış öz değer duygusu yaşarlar. Sadece başkalarının ‘mutluluğunu’ kıskanmazlar, aynı zamanda benzer deneyimleri kaçırıp kaçırmadıkları konusunda da endişelenirler. Bu duygusal döngü sadece zihinsel olarak yorucu olmakla kalmaz, aynı zamanda zihinsel sağlığı da zayıflatır.
FOMO'lu kişiler, sürekli olarak son gelişmeleri, haberleri kaçırıp kaçırmadıkları endişesi nedeniyle dinlenme zamanlarında bile cep telefonlarının ‘ölümcül çekiciliğinden’ kurtulamazlar. Bu aşırı kaygı da şiddetli uykusuzluğa yol açabilir. Bu durum devam ederse, yalnızca fiziksel sağlığı etkilemekle kalmaz, aynı zamanda kaygıyı daha da kötüleştirir, bu da hem bedeni hem de zihni olumsuz etkiler.
İlk olarak, sosyal medyadaki zamanınızı sınırlandırmakla işe başlayabilirsiniz. İlgi alanlarınıza ve hedeflerinize odaklanarak ve gerçek bir insan ağı oluşturarak çevrimiçi etkileşimlere ve karşılaştırma psikolojisine olan aşırı bağımlılığı azaltmalısınız. Ayrıca son yıllarda oldukça popüler hale gelen farkındalık meditasyonu da zihinsel stresi azaltmak için iyi bir yoldur. Bu meditasyon sadece konsantrasyonu artırmakla kalmaz, aynı zamanda kaygıyı da azaltır. Unutmayın, insanların tüm sosyal aktivitelere katılması imkansızdır. Kendi ritminizden ve yaşam temponuzdan keyif almayı öğrenmeli ve bazı şeylerin kaçınılmaz olarak ‘kaçıralacağı’ gerçeğini kabul etmelisiniz.
FOMO yalnızca psikolojik bir olgu değildir, aynı zamanda insanların yaşam değeri ve sosyal bağlantıya yönelik derin ihtiyaçlarını da yansıtır. Sürekli değişen bu dijital çağda, kendimizi aşırı bilgiden tamamen izole edemesek de, interneti kullandığımız süreyi sınırlayarak veya gerçek hayata ve kendi hedeflerimize odaklanarak ‘bir şeyleri kaçırma’ korkumuzu azaltabiliriz. Ancak ‘eksikliği’ kabul etmeyi öğrendiğimizde gerçek manevi özgürlüğe sahip olabiliriz. Unutmayın, insanlar arasındaki en adil şey, herkesin günde sadece 24 saati olmasıdır. Bu nedenle kendinize, önemli insanlara ve şeylere daha fazla düşünce ve enerji harcayarak ‘etkisiz sosyal etkileşimden’ uzak durabilir, vücudunuzu ve zihninizi daha sağlıklı hale getirebilirsiniz.