Üretken olmak ve her anı dolu dolu yaşamak, günümüz dünyasında hemen herkesin arzusu. Sanki hayatın nasıl yaşanacağına dair bir talimatname varmış da herkes o talimatnameye uymak zorundaymış gibi her anını ‘olması gerektiği gibi’ geçirmeye çalışan birçok insan kendisini üretken hissetmediği ya da boş kaldığı an mutsuz hissediyor. ‘Üretken olma’ ve ‘Hayatı dolu dolu yaşama’ kavramlarının somutlaştırılamaması; bu kavramların sosyal medya aracılığıyla zihinde şekillendirilmeye çalışılmasına ve dolayısıyla insanların kendilerini başka insanlarla kıyaslamalarına sebep oluyor.
Yapılan araştırmalara göre insanı en fazla mutsuz eden etkenlerden biri de, insanın kendisini başkalarıyla kıyaslaması. Sosyal medya öncesi, insanlar kendilerini sadece yakın çevreleri ile kıyaslarken, sosyal medya kullanımının yaygınlaşmasıyla birlikte insanlar kendilerini dünyanın diğer ucundaki insanlarla bile kıyaslayabiliyorlar. Seçilmiş fotoğraflardan oluşturulmuş profiller, görünen hayatlar üzerinden oluşan varsayımlar; insanların kendi hayatlarından hoşnut olmamasına neden olabiliyor.
Sosyal medyada insanlar hangi yönlerini göstermek istiyorlarsa o yönlerini gösterip ya da o yönlerini abartılmış şekilde sergileyip hayatı sanki hep öyle yaşıyormuş gibi yansıtabiliyorlar. Birçok insan etrafta hem çalışan, hem gezen, hem kendisine bakan, hem de hobilerine zaman ayıran insanların olduğunu düşünüp kendisinin hayatı kaçırdığını zannettiği için, kendi sahip olduklarının bile tadını çıkaramıyor. Böylece, hayatı iyi yaşamaya dair hissedilen performans kaygısı, hayatın keyfini çıkartarak yaşamayı engelliyor. İnsanın her dakikasını dolu dolu geçirmesi gerektiğine inanması, can sıkıntısını bir problem olarak görmesine de sebep oluyor.
Can sıkıntısı bir duygudur. Zaman zaman hepimizin canı sıkılır. Can sıkıntısı genellikle birini ya da bir şeyi beklerken hissedilir. İnsanın canının hiçbir şey yapmak istemediği ya da o an sahip olduğu olanakların hiçbirisini heyecan verici bulmadığı zamanlarda ortaya çıkar. Hayattan beklentinin yüksek olması ve insanın kendi hayatını, başkalarının hayatlarıyla kıyaslayıp yeterince tatmin edici bulmaması da canının sıkılmasına sebep olur. Sahip olduğu hiçbir şey yeterli gelmez. Sosyal medya da; insanın kendi hayatını ve sahip olduğu olanakları yetersiz bulup mutsuz hissetmesine ve can sıkıntısıyla baş başa kaldığı zaman o anı yeterince üretken geçirmediği için daha da huzursuz hissetmesine sebep olur.
Hayat bir lunapark değildir. Her anımızı çocuklar gibi neşe dolu geçiremeyiz. Yaptığımız her iş için heyecan ya da tutku hissedemeyiz. Her an motive olamayız. Sürekli bir şeyler üretemeyiz. Sosyal medya; genellikle sanki başka bir yerde olmamız gerekiyormuş da yanlış bir yerdeymişiz ya da yapılacak, yaşanacak onca şey varken, bizim yaşantımız ‘tam olmamış’ gibi hissettirir. Bir şeyleri kaçırıyormuşuz duygusuyla sürükleniriz. Başlaması gereken bir hayat varmış da başlamamış gibi kendimizi o hayatı başlatacak sihirli bir anı beklerken bulabiliriz. Sonuç olarak, ‘tam olmamış’ bir hayatın tamamlanma arzusuyla yaşamımızı sürdürürüz.
Öncelikle sosyal medyada gördüğümüz profillerin ‘seçilmiş’ karelerden oluştuğunu ve tam olarak gerçeği yansıtmadığını bilin. İnsanlar mutsuz, sıkkın, gergin anlarını nadiren paylaşırlar. Herkes her an bir kitap okumaz ya da film izlemez. Hatta günümüzde insanların birçoğu sosyal medyada ya da alışveriş sitelerinde zaman geçiriyor. Çok çalışıyor olmak, üretken olmak anlamına gelmeyebilir. Bazen insanlar hayatlarındaki problemlerinden kaçmak için çok çalışmayı seçebiliyorlar ya da zaman yönetimi konusunda kötü oldukları için de gereğinden fazla zamanı çalışarak geçiriyorlar. Sürekli gezip eğlenmek de hayatın doğal akışında mümkün olan bir şey değil. Hayatta ne yaparsanız yapın, bir süre sonra rutininiz haline geldiği zaman eski tadı kalmayacaktır. Dolayısıyla, sürekli gezip eğleniyor görünmek de sadece gösterişten ibarettir.
Canınız sıkıldığı zaman ya da bir şeyleri yapmak için kendinizi yeterince heyecanlı hissetmediğiniz zaman bu duyguların oldukça olağan olduğunu ve yaşamın doğal akışının bir parçası olduğunu hatırlayın. O an hissettiğiniz duyguya çözülmesi gereken bir problemmiş gibi yaklaşmayın. Her daim üretken, motive, heyecanlı, canlı ve mutlu olmak zorunda değilsiniz. Aksine, zorlayıcı duygularla kalabilmeyi öğrenmek yaratıcılığı ve dolayısıyla üretkenliği, heyecanlı ve mutlu olmanın da değerini öğretir. Sonuçta, mutsuz olmadan mutlu olmanın anlamını, can sıkıntısı yaşamadan da bir şeyi heyecanla yapmanın ittirici gücünü hissedemeyiz. Hayatın her anını anlamlandırmaya çalışmak, hayatın kendi akışındaki anlamını görmenizi engelleyebilir. Kalıba sokulmuş, ‘kopyala yapıştır’ deneyimleri hayatınıza zorla katmaya çalışmak yerine, kendi deneyimlerinizi kendiniz yaratın. Özetle, ‘olması gereken’ bir yaşam biçimi yok. Çok sıkıcı gibi gözüken yaşamlar, birçok hikaye barındırabilir. Önemli olan kişinin hayatı nasıl deneyimlediği. Bunun için de tüm dayatmalara rağmen kendi doğrunuzu kendiniz bulmaya çalışın. Herkesi mutlu eden, sizi mutlu etmeyebilir; çünkü siz tek ve biriciksiniz.