Mikrobiyota, vücudumuzda bizimle birlikte yaşamını sürdüren, sayıları trilyonlarla ifade edilen kalabalık bir mikroskopik canlı nüfusu olarak özetlenebilir. Bu mikroorganizma topluluğunda 100 trilyon kadar bakteri bulunuyor. Toplam ağırlıkları 2-3 kg civarında; yani vücut ağırlığımızın yaklaşık yüzde 2-3 kadarını bu bakteriler oluşturuyor. Mikrobiyota bakterilerinin sayısı, bizim kendi hücrelerimizin sayısından 10 kat daha fazla. Mikrobiyotanın sahip olduğu genetik materyale mikrobiyom deniliyor. Ancak bu iki terim çoğu kez aynı anlamda kullanılıyor. Mikrobiyomdaki genlerin sayısı ise, insan genomundaki genlerin sayısından 150 kat daha fazla. Vücudumuzda kendi hücrelerimizden ve genlerimizden kat kat fazla bakteri hücresi ve geni bulunuyor! Bu açıdan bakıldığında aslında biz yüzde 10 insan, yüzde 90 bakteri yapısındayız denebilir.
Mikrobiyota hakkında ilginç bilgiler veren Dr. İ. Zümrüt Duman, mikrobiyotanın vücudumuzun iç ekosistemi olduğunu söylüyor: “Vücutta 18 ayrı yerde mikrobiyota bulunur. Bağırsaklarımız bakterilerin doğal olarak en kalabalık bulunduğu ortam. Bağırsak mikrobiyotası, biz ana rahminde iken gelişir. Gebelik sırasında annesinden bebeğe bakteriler geçmeye başlar. Büyürken yediklerimizden, içtiklerimizden, çevremizden, temas ettiğimiz kişilerden pek çok bakteri alırız. Sağlıklı bir insan vücudunda esasen dost bakterilerin sayısı ağır basar. Dost/düşman mikroorganizmaların oranı yaklaşık 80/20’dir.”
Bağırsaklarımızın sağlık durumunun bütün vücut sistemlerini etkilediğini vurgulayan Dr. İ. Zümrüt Duman, “Bağırsakların güçsüzleşmesi veya hasar görmesi kronik hastalıklara, obeziteye ve yaşlanmaya zemin hazırlar” diyor ve ekliyor: “İçimizde yaşayan bu mikroplar topluluğu, vücut işlevlerinin sürdürülmesi ve sağlıklı kalmamızda tartışılmaz bir öneme sahip. Mikrobiyota gıdaların sindirimi, bağışıklık sisteminin desteklenmesi, bazı vitaminlerin üretimi, bağırsak sağlığı, inflamasyonunun önlenmesi, ideal vücut ağırlığının korunması, beyin faaliyetleri gibi çok farklı vücut fonksiyonlarının yerine getirilmesinde önemli roller üstleniyor. Onlar vücudumuzun ayrılmaz bir parçası. Son yıllarda hızla artan çalışmalar mikrobiyota ile ilgili sorunların astımdan otizme, kanserden çölyaka, kolitten diyabete, egzamaya, obeziteye, ruhsal sorunlara, uykusuzluğa kadar sayısız hastalıkta rol oynayabileceğine dair ipuçları veriyor.”
Bağırsak–beyin ekseni veya bağırsaklarımızla beyin arasındaki bağlantı son zamanlarda araştırmacıların yoğun olarak ilgilendiği bir çalışma alanı. Laboratuvar sonuçlarında maya mantarı veya aşırı bakteri çoğalması bulunan hastalarda anksiyete, depresyon ve düşünce bulanıklığı gibi beyin sorunlarına sıklıkla rastlanması da bu bağırsak beyin bağlantısını destekleyen bir bulgu. Kısacası beynimizin sağlıklı olması için bağırsaklarımızın sağlıklı olması gerekiyor.
Atalarımızdan bize aktarılarak gelen ve 4 bin–5 bin çeşitliliğe sahip olan bakteriler, günümüz insanında sadece 300 ila 500 çeşitliliğe düşmüş durumda. “Günümüzde hastalıkların artması da biraz buna bağlanıyor” diyor Mikrobiyolog Ali Rıza Akın. 25 yıldır Silikon Vadisi’nde mikrobiyota üzerine araştırmalar yapan Akın, mikrobiyotamızdaki bakteriler sayesinde mutluluk hormonunun salgılandığını, hamilelikteki ağız florasında yaşayan bakterilerin çocuklarımızın zekasını derinden etkilediğini, sağlıklı mikrobiyotanın bizi kanserden koruduğunu; diyabet, depresyon, MS, otizm ile arasındaki derin ilişkiyi insanlığın yeni yeni öğrendiğini söylüyor ve sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu bakterilerin, sadece ve sadece 50 bin senedir dünya üzerinde yaşayan biz insanoğluna vermiş olduğu biyolojik desteği kelimelerle anlatmak gerçekten imkansız. Dünya üzerindeki tüm çok hücreli canlıların hayatını sağlıklı, düzenli, huzurlu hale getiren bakteriler, sadece bitkilerin yaşaması için gereken besinlerin oluşumunda ya da fotosentezinde, arıların sağlıklı bir şekilde bal üretiminde rol oynamıyor, insanoğlunun da sağlıklı yaşaması için gereken neredeyse tüm metabolitlerin üretiminde birebir rol alıyor. Biz besinlerimizi tüketiyoruz, bakteriler de bu besinlerden metabolitler üretiyor. İnsanoğlu da bu metabolitler sayesinde hayatına sağlıklı bir şekilde devam edebiliyor. Sonuç olarak tüketmiş olduğumuz besinler ve bu bakteriler sayesinde sağlıklı, huzurlu, mutlu bir hayat yaşayabiliyoruz. Bu bakterilere verilen herhangi bir zarar ise tüm düzenin bozulmasına ve insan sağlığında çok büyük sorunlara yol açabiliyor.”
Soframıza gelen ürünler üzerindeki kimyasallar, hayvancılıkta kullanılan ilaçlar, duvar boyalarındaki kimyasallar, cep telefonlarındaki nano materyaller, doğum kontrol hapları dahi mikrobiyotaya zarar veriyor ve fonksiyonlarını değiştiriyor.
Ali Rıza Akın, “Mutluluk hormonu olan serotoninin yüzde 80 bağırsaklarda bulunan erterochromaffin (ec) hücreleri tarafından üretildiğini dünya üzerinde nerdeyse herkes bilmesine karşın, EC hücrelerinin dengesini kaybetmiş bir mikrobiyotada çalışmadığını pek fazla insan bilmez” diyor ve ekliyor: “Mikrobiyota ne kadar sağlıklı ise mutluluk hormonu üretimi de bir o kadar sağlıklı bir şekilde salgılanmaya devam eder. Yapılan bir araştırmada antibiyotik tedavisi sonrası insan vücudunda serotonin hormonu üretiminin yüzde 80 azaldığının kanıtlanması, bizlere dünya üzerindeki depresyon oranının neden arttığını gösteriyor. Neredeyse her gün istemeyerek de olsa tükettiğimiz kimyasallar, endüstiyel besinler, masum bir şekilde kullanılan gereksiz ilaçlar, doğum kontrol hapları ve asitli içecekler mikrobiyotamızı tahrip etmekte bunun sonucu olarak da mutluluk hormonu üretilmemesine bağlı olarak depresyon, uykusuzluk ve oto immune hastalıklar baş gösteriyor. Bize atalarımızdan kalan, annelerimizden bizlere geçen mikrobiyotamıza destek olarak sadece mutluluğun resmini çizmekle kalmayız; bunun yanında oto immune hastalıklar ve kanser gibi hastalıklardan da korunmuş oluruz. Organik yeşilliklerle beslenme, doğa ile iç içe bir yaşam; biz insanoğlu içinde yaşayan bu mucizevi canlıları, mikrobiyotamızı, kendine getirmeye destek olur. Daha detaylı mikrobiyota optimizasyonu için birbiriyle uyumlu probiyotik ürünleri kullanmanın yanında, insanoğlunun binlerce yıldır kullanmış olduğu kadim bitki özleriyle harmanlanan prebiyotikler kullanılarak mikrobiyotamızın daha efektif bir şekilde çalışmasına yardımcı olabiliriz.”
Kadınların mikrobiyotasının erkek mikrobiyotasından çok daha karmaşık ve dinamik bir yapıya sahip olduğunu söyleyen Ali Rıza Akın, konuyu şöyle açıklıyor: “Kadın mikrobiyotası cinsel hayattan hamile kalmaya, enerji & huzur seviyesinden tutun, adet dönemi komplikasyonlarına, hatta menopoza, arkadaş ve eş ilişkilerine kadar direkt olarak rol oynar. Mesela genital mikrobiyota sağlıklı bir halde ise gebe kalmak çok daha sağlıklı ve kolay iken candida yani mantar sorunu olduğunda hamile kalmak oldukça zordur, aynı zamanda bu durum bebeğin sağlığını da etkiler. Hamilelikte ise özellikle altıncı aydan itibaren anne adayının ağız florası ile henüz doğmamış bebeğin mikrobiyotasının aynı olduğunu bilimsel çalışmalar bizlere gösteriyor. Örneğin anne adayında mantar enfeksiyonu varsa, bebeğin de mikrobiyotası o denli sağlıksız oluyor. Buradan otizmli kişilerin mikrobiyotalarının neden sağlıksız olduğu sorusunun cevabını bulabiliriz. Annede hangi bakteriler varsa, çocuklar da o bakterileri alır. Sağlıklı mikrobiyotaya sahip anne, çocuğuna sağlıklı bir mikrobiyota aktarır.”