Global araştırma şirketi Gallup’un yayınladığı rapora göre Türkiye dünyanın en öfkeli ikinci ülkesiymiş. Özellikle büyük şehirlerde yaşayan ve günlük rutininde trafiğe maruz kalan insanımızın bir kısmı, doğal olarak bu raporun sonuçlarına şaşırmaz. Yalnız, öfkeli bir ülke olarak anılmak çok da gurur verici değil.
Günümüzde alım gücünün düşmesi, siyasi gerginlikler, yaşamın giderek daha zorlayıcı hale gelmesi; birçoğumuzu daha gergin ve tahammülsüz hale getirdi. Öte yandan, öfkeli bireyler olmamızın altında başka birçok psikolojik etken de var.
Toplum olarak -özellikle de Batılı toplumlara kıyasla- genellikle sorunlarımızı yakınlarımızla paylaşırız. Yalnız, sorunları anlatırken olayların bize kendimizi nasıl hissettirdiğinden çok olanları anlatır ve var olan durumla ilgili şikayet ederiz. Aslında çoğu zaman kendimiz de nasıl hissettiğimizin farkında olmayız. ‘Ağlama, zayıf gözükme’, ‘Mutlu olmaman için hiçbir sebep yok’, ‘İnsanlara kırıldığını belli etme’ gibi yorum ve tavsiyeler; ağlamanın zayıflık olduğuna, mutsuz olmaya hakkımız olmadığına inanmamıza ve kırgınlıklarımızı bastırmaya sebep oldu. Birçoğumuz, duyguların net ifade edilmediği aile ortamlarında büyürken, istek ve ihtiyaçlarımızı dile getirmekten çekindik. Çevrenin de etkisiyle, duygularımızın yargılanacağına, azımsanacağına dair kaygılar hissederken, istek ve ihtiyaçlarımızı dile getirmenin ‘ayıp’ olabileceğine inandırıldık. Böylece, duygularımızı bastırdıkça bastırdık ve kendi duygularımızdan uzaklaştık. Bastırdığımız duygular bazen yerli yersiz, olmayacak durumlarda öfke olarak patladı, bazen ise pasif agresif şekilde hayatımızın her alanına yayıldı. Dolayısıyla, duygularımızı hissetmek için kendimize izin vermeyip bastırmamız, dile getirmekten kaçınmamız bizleri daha öfkeli insanlar haline getirdi.
Öfkenin diğer bir sebebi de ilişkilerde sağlıklı sınırlar koyamamak, taşıyabileceğinden fazla yük almak, çok fazla ‘Evet’ deyip çok az ‘Hayır’ demek. Yani ‘bencil’ etiketi yememek için başkalarının ihtiyaçlarını kendimizinkinin önüne koymak, -deyim yerindeyse- saçını başkalarına süpürge etmeyi yüceleştirmek. Rol model olarak aldığımız ebeveynlerimizden ve çevreden öğrendiğimiz bu tutum ve davranışlar zamanla öfkemizi besleyen alışkanlıklar haline geldi.
Tabii öncelikle bir öfke topu haline gelmeyi beklememek, önden önlem almak gerekli. Bunun için de öfkeye sebep olabilecek bazı tutum ve davranışlarımızı değiştirmemiz gerekiyor.
Hayatımızda değiştirebileceğimiz şeyleri değiştirmeye odaklanıp değiştiremediklerimizi de kabullenmeyi öğrenmeliyiz. Sürekli şikayet etmek; sadece kendi kendimizi daha da doldurmamıza sebep olur, var olan durumu değiştirmez. Hayatımızda –en azından o an için– değiştiremediğimiz gerçekleri olduğu gibi kabul etmek ve zihni ‘acaba’, ‘keşke’lerle yormadan, yolumuza devam etmeye çalışmamız gerekiyor.
Duygularınızın farkına varmak ve yabancılaştığınız duygularınızla tekrar bağ kurabilmek için her gün, sakin bir yere oturup iki-üç dakika da olsa nasıl hissettiğinize odaklanarak güne başlayabilirsiniz. İnsan aynı anda birkaç duygu hissedebilir ya da hissettiği duyguyu tanımlayamayabilir ama önemli olan duyguyu deneyimlemek için kendisine izin vermesi. Bu sebeple de ‘Ben nasıl hissediyorum tam olarak tanımlayamıyorum’ diye endişe etmeyin. Zaman içinde duygularınızı daha iyi tanımlayacak hale geleceksiniz. Zihninizi işgal eden düşüncelerden nasıl hissettiğinize odaklanamadığınız zaman nefes alıp verişlerinize odaklanın ve duyguyu hissetmek için kendinize izin verin.
Genel duygu durumu olumlu yönde etkileyecek şeyler yapmak da öfkeyi yönetmeyi kolaylaştırır. Yani, her gün ufacık da olsa kendiniz için bir şey yapmak, beş dakika da olsa keyifli bir şeylerle uğraşmak, genel duygu durumumuzu olumlu yönde etkiler. Bunun yanı sıra, gereğinden fazla sorumluluk ve yük almamak, istek ve ihtiyaçları dile getirip başka insanlardan destek istemek, daha fazla ‘Hayır’ demeyi öğrenmek de öfkeyi çok daha sağlıklı yönetmeye yardımcı olur.