Doğduğumuz andan itibaren, beynimizde bir kayıt cihazı çalışmaya başlıyor. Zihnimiz durmadan, her anı her duyguyu kaydediyor. Zihne atılan bu kayıtları, bize hissettirdiği duygular ile kodluyoruz ve bir sonraki kullanıma kadar yerine kaldırıyoruz.
Northwestern Üniversitesi’nde beyindeki hafıza ve öğrenme sistemleri üzerine çalışan Prof. Paul Reber, beynin depolama kapasitesinin 2.5 Petabayt (1 PB = 1000 TB) civarında olduğunu iddia ediyor. Reber bu durumu, bir örnek üzerinden açıklamış, “Beynimizi bir televizyondaki dijital video kaydedicisi varsayarsak, bu televizyonu izleyenler 3 milyon saat boyunca aralıksız olarak en sevdikleri şovu seyredebilirlerdi. Ancak bunu sağlamak için televizyonu 300 yıl boyunca açık tutmaları gerekirdi” diyerek zihnin kapasitesine dikkat çekmiştir.
Hayatımız boyunca olan her olayı hatırlamamız elbette ki mümkün değil. Yaşadığımız bir olayı, bize nasıl davranıldığını, hatta sonucunu bile hatırlamakta güçlük çekebiliriz. Ancak seneler sonra da olsa, olayın veya kişinin bize ne hissettirdiğini o anki gibi hatırlarız.
Duygular, hafızanın çimentosu gibidir. Olay veya kişileri yoğun duygularla eşleştirdiysek, o anları daha iyi hatırlayabiliriz.
Bir de bazı zamanlar vardır ki, neyi neden yaptığımıza bir türlü anlam veremeyiz. Burada çoğu zaman, bilinç altına eskiden atılan kayıtlar bize yol gösteriyordur ama farkında olmayız. Çünkü her kaydın ne zaman, nerede, ne sebeple atıldığını hatırlama olasılığımız yoktur.
Var sayalım, siz iki yaşlarında parkta oynuyorsunuz. Yanınıza bir köpek yaklaşıyor, tam sevecekken anne veya babanız bağırarak yanınıza geliyor ve köpeği iterek uzaklaştırıyor. Size de köpeklerin “cıs” olduğunu ve ısırabileceğini anlatıyor. Bu olay sonrasında, köpeklerden korkarak hayatınıza devam etmeniz kuvvetli bir olasılıktır. İki yaşında olduğunuz için bu olayı hatırlamıyor olabilirsiniz, eğer daha öncesinde size anlatılmadıysa, belki neden köpeklerden korktuğunuza anlam bile veremiyorsunuzdur.
Ne zaman ki bu korkunuz sizi hayatınızın başka alanlarında çıkmaza sokmaya başlar, o zaman nedenini sorgulamaya başlayabilirsiniz. Örneğin, sevgilinizle evlilik planları yapıyorsunuz, sizi mutlu etmek için beraber yeni tuttuğunuz eve, yanında bir köpek ile geliyor. Size sürpriz yapmak istemiş ve köpek korkunuzu bu şekilde yenmenin iyi bir fikir olduğunu düşünmüş. Çok düşünceli bir davranış olduğunun farkındasınız, ancak içinizden bir ses o anda evlenmekten vazgeçmenin daha iyi bir fikir olduğunu söylüyor. Kendinize kızmaya başlıyorsunuz, heyecanla evlenmeyi beklediğiniz bu adamla ilgili ne oldu da bu şekilde düşünmeye başladınız, anlam veremiyorsunuz.
Zihindeki kayıtlar aslında bizi korumak için var. İnançlarımız, bu kayıtların sonunda elde ettiğimiz verilerden çıkardığımız birer sonuç. Buradaki örnekte, veriden çıkan sonuç “Köpekler tehlikelidir” inancı. Bugüne kadar size faydalı olmuş, hayatınızı daha güvenli ve temkinli yaşamanızı sağlamış, köpeklerin olduğu yerden uzak durmak, köpek görünce kaçmak vs. gibi davranışlar geliştirmenize sebep olmuş. Ancak sevgiliniz sizden aynı evde bir köpekle yaşamanızı istediğinde, bir anda eşinizi kırmak istemediğiniz için, bu inancın size kötü hissettirdiğini fark edebilirsiniz.
Peki kırk yıllık kani olur mu yani?
Olabilir çünkü o inançları biri sizin kafanıza yazmadı, kendiniz çıkarımlar yaparak bir sonuca ulaştınız. Bu sonuç size şimdiye kadar güvenli bir hayat sağladı ancak şimdi faydasını göremiyorsunuz. O halde, zihne atılan kayıtları bulup, verileri bugünün koşulları ile tekrar işleyerek, size hizmet eden bir sonuca varmanın zamanı gelmiştir.
İnançlarınız bir duygu oluşturur, duygular davranışa dönüşür. Davranışlar alışkanlık haline geldikçe karakterinizi şekillendirir ve karakteriniz de kaderinizi belirler. Bize fayda sağlayan inançlar yaratmak dileğiyle…