Çağımızın sosyal ve ekonomik şartları yıllar içerisinde değişti. Biz kadınlar toplumsal hayatta gitgide çok yönlü bir konuma sahip olduk; anne olmak, eş olmak gibi daha geleneksel rollerin yanına bir de ‘iş kadını olmak’ rolü eklendi. Eklendi eklenmesine ama, bu rol dağılımı bazen zorlayıcı olabiliyor. Her şeye yetişmek, sevdiklerimizi ihmal etmemek ve eğer hala fırsat bulabiliyorsak kendimizi ihmal etmemek!
Çalışan anne olma serüveni, henüz anne olmaya niyetlenmişken, akılda sorular ve çevreden türlü baskılarla başlıyor. Kariyer hedefleri, iş yerindeki pozisyon, hatta iş verenin bu konudaki fikirleri(!) ve tabii ki aile bütçesinin geleceği… Ya bebek doğduktan sonra?
İşi Bırakmak ya da Bırakmamak
Anne olunca iş hayatını tamamen bırakmak, birkaç yıl ara verip daha sonra geri dönmek veya doğumdan kısa bir süre sonra çalışmaya dönerek, iki rolü aynı anda götürmeye çalışmak gibi seçenekler mevcut.
Hepsinin artısı eksisi var, ama araştırmaların çoğunluğu şu konuda hemfikir: Eğer anne işi bırakınca ailenin gelir düzeyi ciddi anlamda düşecekse, ebeveynlerde stres, depresyon gibi etkiler görülebilir, dolayısıyla çocuğun psikolojik gelişimini de sarsılabilir. Fakat aynı araştırmalar şunu da söylüyor ki, önemli olan annenin ne kadar yoğun çalıştığı ve çocukla ne kadar nitelikli vakit geçirebildiği.
O halde, bir anne, makul çalışma saatleri çerçevesinde çalışmaya devam ederse bu herkesin faydasına olabilir. Biliyorum, her iş yerinde bu makul şartları sağlamak maalesef kolay değil. Ama farklı seçenekleri düşünerek, deneyerek bir noktada dengeyi sağlamak gerekiyor. Bebeğinizi kucağınıza almanızla birlikte, hayatınızda bu kadar görkemli ve anlamlı bir dönüşüm yaşarken dengelerin biraz şaşması da doğal.
Zamanlama Her Şeydir
İşe ne zaman dönmeli? Çocuk ne zaman yuvaya gidebilir? Bu soruların cevapları çocuğunuzun ihtiyaçlarına göre değişkenlik göstereceğinden, onun özelinde değerlendirilmelidir, gerekirse bir uzmana danışmak faydalı olacaktır.
Ancak her çocuğun gelişimi için değişmeyen bir gerçek var, o da anne-bebek bağlanması ve geleceğe yönelik etkileri. Özellikle ilk aylarda, fiziksel yakınlık, emzirme, ilgi, şefkat ve oyun, anne tarafından karşılanması gereken temel ihtiyaçlardır. Bu dönemde yoksunluk çeken bir bebek güvenli bağlanma geliştiremeyebilir ve ileriki yaşlarda davranım bozukluğu görülme olasılığı artar.
Şimdi bir de konunun diğer yüzüne bakalım. Eğitimini aldığı, emek verdiği iş hayatını tamamen bırakarak, işine dönemeyen annenin, duyguları, düşünceleri de bir o kadar önemli. Eğer bir süre sonra evde olmak anneyi mutsuz, başarısız, yetersiz hissettirecekse, çocuk yine olumsuz etkilenecektir. Yani toplumsal baskıları, kalıpları bir kenara koyup, ’ben’, ‘aile’, ‘çocuk’ ekseninde, “Bizim için en doğru zaman hangisi?” diye düşünmek gerekiyor.
İkincil Bakımveren-Anne-Çocuk Üçgeni
Çocuğun sosyo-duygusal gelişimi açısından bir okul öncesi kuruma (kreş, yuva, anaokulu) gitmesi faydalı ve gerekli. Bunun zamanlamasını yine kendinize özel değerlendirmenizi önereceğim. Ama bir farkla, uluslararası düzeyde kabul görmüş psikolojik yaklaşımlar, çocuk gelişiminde 0-3 yaş arasının kritik olmasına dikkat çekiyor. Bu dönemde çocuğun, istikrarlı bir şekilde, aynı bakım verenle, aynı ortamda büyütülmesi (tercihen kendi evi) oldukça önemli.
Referanslarına güvendiğiniz ve takibini yapabildiğiniz bir bakıcıya veya aile büyüklerine emanet etmeye karar verdiniz diyelim, nelere dikkat etmelisiniz? Her şeyin başı, tutarlılık. Çocuk, bir gün anneanne, bir gün hala, babaanne derken kendi güvenli limanını ve bağlanma figürünü oluşturamadığında, birtakım duygusal zorluklar yaşama riski artar. Aynı şekilde, dikiş tutturamayan ve devamlı değişen bakıcılar da buna sebep olabilir.
Mümkünse, sizin de evde olduğunuz bir süre zarfında, alıştırma süreci olması açısından, bakım verecek kişiyi gözlemlemek, belirli konularda sizin çerçevenize sadık kalabilmesi için yönlendirmek çok daha iyi olur. Yani yine tutarlılık diyeceğim! Özellikle söz konusu olan anneanne, babaanne, dede ise, çocuğun isteklerini yerine getirmek ve sınır koyma konularında sizden oldukça farklı davranabilir. Toruna torpil geçme durumunu tamamen önleyemeyebilirsiniz ama bunun yol açabileceği sorunları kırmadan, sakinlikle ve açık bir dille ifade etmek ve aşırıya kaçmasını önlemek gerekir.
Mükemmel Olamamanın Suçluluğu
Kötü haber, siz kendinizi maksimum derecede yıpratsanız dahi mükemmellik denilen o ütopyaya erişmek mümkün değil! İnsan psikolojisine dair çığır açan fikirleriyle tanıdığımız Sigmund Freud, kendisinden tavsiye isteyen bir anneyi “Ne yaparsanız yapın, sonuç nasılsa kötü olacak” diyerek cevaplamış. Sınırlarınızı zorlayıp en iyisini yapmaya çalışsanız da çocuğunuz yine o çetrefilli gelişim basamaklarından geçecek ve sorunlar yaşayacak. Bu insan doğasının gereği.
Her çocuk, ona bakım verenin yaklaşımına göre kendi psikolojik kalıbını geliştirecek. Üstelik mükemmel olmaya çalışmak da başlı başına bir sorun kaynağı olabilir. Yoğun çalışan anne babalarda sıklıkla gözlemlediğim bir durum, çocuklarına yeterli olamama hissinin getirdiği suçlulukla, onun isteklerine hayır diyememek ve sınırlardan daha çok taviz vermek. Çocuk bu durumu maddi ihtiyaçlarını gidermenin bir yolu olarak benimseyebilir. Kolayca alınan izinler, hediyeler ona hoş gelse de, manevi ihtiyaçların yoksunluğu, bir süre sonra duygusal ve davranışsal sorunlara davetiye çıkarır.
Onu ilgiyle dinleyeceğiniz bir yarım saat, ailecek oynayacağınız bir oyun, birlikte keyifle okuyacağınız bir kitap, bazen sadece sımsıcak bir kucaklaşma, satın alınacak bir eşyadan veya taviz olarak verilen bir izinden çok değerli.
Sizler bu satırları okuyorsanız, çocuğunuzun gelişimine, psikolojisine duyduğunuz ilginin, gösterdiğiniz özen ve çabanın bir işaretidir bu. Daha önce de sözünü ettiğim ‘yeterince iyi annelik’ kavramını hatırlayın. Hedef mükemmel olmak değil, onun ihtiyaçlarına cevap verme konusunda duyarlılık gösteren ve güvenli bir alan sunabilen her anne zaten gayet yeterlidir.