YAŞAM - ANNE - ÇOCUK

'Tükenmiş anneler' için öneriler

Tükenmişlik sendromu çağın stresli koşullarında sıkça duyduğumuz bir sorun. Bu yoğun tempoda anneler çok daha fazla stres altında kalıyor ve çoğu zaman bunu dile getiremiyor. Klinik Psikolog İrem Polat 'tükenmiş hisseden anneler' için önerilerde bulundu.

profil
İrem Polat
8.05.2019
'Tükenmiş anneler' için öneriler

Anneliğe o kadar kutsallık atfediliyor ki, pek çok anne ne kadar yorgun düştüğünü, hatta tükendiğini ifade edebileceği bir alan bulamıyor. Oysa orada! Tüm gerçekliğiyle ‘tükenmişlik’ hayatın tam merkezinde!


Başlama ve bitiş saati olmayan bir iş düşünün. Görevler sürekli kendini yineliyor. Kimse yapılan işi takdir etmiyor, üstelik hep daha da fazlası talep ediliyor.  Bu pozisyondan istifa etmek gibi bir fırsat da yok! Tanıdık geldi mi? Bu yoğun duyguları biriyle paylaşmak istediğinde de ‘Ben iyi bir anne değilim’, ‘Benimle ilgili ne düşünürler?’, ‘Bunu yaşan tek kişi benim!’ diyen iç ses anneyi sabote ediyor.


Bir de annenin kontrolünde olmayan durumlar var. Habersiz misafirler, kazalar, hastalıklar gibi. Planlar yapılır, sık sık bozulur. Tam her şey halloldu derken yeni bir görev belirir. Dahası nefes almak için bebeksiz program yapabilen anne de vicdanıyla sık sık yüzleşir. Zihin bir oradadır, bir burada. 


Annenin hata yapma ihtimali de düşüktür. Bir şey eksik olduğunda önce kendi kendini yer durur. “Hayatım şimdi tam oldu, hep bir eksiklik vardı, ben çocuğumla tamım” miti de herkesin söylemesi ve hissetmesi gereken bir dinamikmiş gibi dilden dile dolaşır. Çok nadiren bir anne çocuğuna karşı ne kadar tahammülsüz olduğunu söyler. Zihninden çocuğu ve kendi süreci hakkında olumsuz düşünceler ve duygular geçtiğinde bunu söylemeyi tercih etmez. 


Peki ya görev dağılımı? Babalar söz konusu olduğunda genelde ‘eşiniz ne kadar destek veriyor?’ sorusu sorulur. Yani aslında babayı bebeğin bakım veren konumuna koymayız, o iyi ihtimalle bir destekçidir. Oysa anne ve babanın ebeveynlik sorumluluklarını birlikte paylaşabilmesi o kadar mühim ki… İnsan çocuğu için emek harcadıkça, evladına daha derinden bağlanıyor, ilişki sapasağlam hale geliyor. 

Annelerin üstündeki sorumluluklar, onların evlatlarıyla nitelikli vakit geçirme ve sevgilerini evlatlarına geçirebilme şansını azaltıyor. Maalesef anne, üstündeki sorumluluklardan dolayı duyduğu yoğun duyguları evladına ve yakınlarına yansıtır bir konuma geçiyor. 

Ataerkil bir toplumdayız… Baba çocuğu için bir şey yaptığında bu durum bu çok övülür. Örneğin çocuğuna mama yedirmiştir, bunu görenler babaya methiye düzerler. Aynı işi anne yaptığında ise bu çok alışıldık ve sıradan bir durum olarak algılanır. 


Annenin yoğun duyguları birikir, birikir, hele ifade edebileceği bir alan bulamazsa bu durum diğer insanlarla olan ilişkisine de yansır. Pek çok zaman bu tükenmişlik neticesinde evlilikler derin yaralar alır. 

Bir de ‘Bu sizin doğanızda var’ söylemi vardır. Yani anneler, babalara kıyasla ilk andan itibaren anne olmuşlar ve anneliğe dair her şeyi biliyorlarmış muamelesi görürler. Oysa ebeveynlik doğuştan getirdiğimiz bir beceriler topluluğu değildir. Bu süreç, zamanla oluşur, bebekle bağ kurdukça pekişir. 


O kadar çok anne var ki her konuyu bir uzman kadar iyi bilmek zorunda olduğunu hisseden... Ebeveynlikle ilgili bütün kitapları okumadan ideal bir ebeveyn olamayacağına inanan, her gün anne ve ebeveyn gruplarında ‘güncel bilgileri’ takip eden… 


Annelerin destek alması kaçınılmaz. Eş, dost, akraba, uzman… Onlara iyi gelecek her türlü sosyal destek kanallarını gözden geçirmeleri mühim. Aksi takdirde anne, hayatta kalabilmek için bedeni ve zihni tarafından korumaya alınır. Kendini yoran süreçlerden ve ilişkilerden bağını kopartır. Pek çok zaman oradaymış gibi devam eder, görevlerini yerine getirir ama sadece bedenen oradadır. Otomatik pilotta yaşam devam eder. Tükenen anne hiç istemediği halde çocuğuna bağırmaya, ona cezalar vermeye ve doğru olmadığını bildiği şeyleri yapmaya başlar. Bilinçdışında, yaşadıklarının sebebi bir canlı vardır  ve o canlı onsuzluğu ve tüm bu yaptırımları hak etmektedir. Olmak istediği anne o kadar uzaktır ki, kendine yabancılaşır… Hele bir de ya hep ya hiç zihniyeti varsa, topyekün ebeveynlikten vazgeçer. 


‘Beni kanser edeceksiniz bir gün’ diye evlatlarına bağırırken bulur bazen o anne kendini. Ve o çocuklar da yaşamları boyunca kendilerini suçlu hissederler. Hele bir de bu kehanet gerçekleşmişse ‘Annemi ben hasta ettim’, ‘Ben suçluyum’ inancı yerleşir… Ve bu kısır döngü uzar gider, nesilden nesile aktarılır. 


İşte tam da bu nedenle bu yazıyı okuyanlar, eğer bir anneyseniz, destek isteyin, anlatın, kendinizi ifade edin, hareket edin, müzik dinleyin, kendinize zaman ayırın, size iyi gelen ne varsa yapın.  Eğer etrafınızda bir anne varsa “Nasılsın? Sana nasıl yardımcı olabilirim?” diye sormayı deneyin.

(Bu yazıda hep ‘anne’ kelimesini kullandım, bizim toplumumuz için maalesef tükenenler anneler. Ama İsviçre’de yapılan çalışmalar İsviçreli babaların da baba tükenmişliği yaşadığını ortaya koyuyor.)
*Kusursuz Ebeveyn Yoktur, Isabelle Filliozat.

 

Önceki ve Sonraki
Haberler