Bir kitapta okuduğum yazıda umutla yolculuk etmek, gidilecek yere varmaktan çok daha güzeldir yazıyordu. Ne kadar doğruydu. Varmaktan daha çok o yolculuğun ne umutlarla yapıldığı önemliydi. Peki varacağımız nokta ne olursa olsun umudumuzu nasıl kaybetmeyeceğiz? Nasıl yapacağız bunu? Hangimiz istemediğimiz limanda biten bu yolculuk sonunda bir “oh” çekip, iyi ki böyle oldu diyebiliyoruz ki? Kaçımız insanları suçlamak yerine, hatalarımızla yüzleşmeyi seçiyoruz?
Bugün yarım kalan hikayeni olduğu gibi bırakacak mısın? Yoksa yarın, kaldığın yerden devam mı edeceksin? Bunu hayatla, insanlarla savaşarak değil kendinle savaşarak yenmelisin. Hiçbir hikaye yarım kalmayı hak etmiyor.
Güneş perdenin arkasında cama yapışmış seni bekliyor ama sen sımsıkı kapatmışsın perdeleri. Koşarak metronun merdivenlerinden iniyorsun ama kapılar kapanıyor. Evden yine kahvaltı etmeden çıkmşsın, en sevdiğin dereotlu poğaçanın sonuncusunu önündeki yaşlı teyze alıyor. Neden mi? Arkanı döndüğün güneş yüzünden. Hava güzel ama sen kapalısın.
Birçok kez yurt dışına çıktım, ama hepsinde ya ailem ya da arkadaşlarım benimle birlikteydi. Ta ki Sakız adasındaki Pygri köyüne yalnız başıma gidene kadar, asıl seyahatin ne demek olduğunu anlamamıştım. İnşa edildiği gibi duran bu bölge, eşsiz duvar dekorları ve siyah beyaz geometrik yapılarıyla korsanlardan korunmak için böyle inşa edilmiş. Sende bu hayatın tadını çıkar ve sadece bir kez görmediğin bir yeri yalnız başına keşfet!
Bana biraz fazla geldi ama insan beyni günde 35 bin karar alıyormuş. Ne şahane! Hangisi doğru hangisi yanlış? Ne önemi var ki! Hepsi benim kararım. Benim aşkım, benim sınavım, benim hayatım. Sen de içsel kariyerinin peşine düş ve keşfet kendini. Yaşamını önemse ve özümse.