Oda fiyatlarının 1 – 2 bin TL’ye satılmasından ve festivale az bir süre kala otellerin hiçbirinde (İzmir ve çevre ilçeler dahil) yer kalmamasından katılımın büyük olacağını tahmin ediyorduk ama böylesine bir kalabalığı ne biz bekliyorduk, ne de muhtemelen Alaçatı Belediyesi!
Bizim gibi 7 Nisan Perşembe’den, yani festivalin ilk gününden Alaçatı’ya gidenler şanslıydı çünkü ilk iki gün sallana sallana sokaklarda yürüme özgürlüğüne sahiptik. Festival alanı, mekanlar ve gece kulüpleri yine doluydu tabii ama Cumartesi sabahı, havanın da ekstra şahane olmasıyla, Mardin, Diyarbakır, Konya ve Stuttgart gibi dünyanın dört bir tarafından gelen 350 tur otobüsü ile geçtiğimiz senenin iki katı bir katılım tespit edildi Çeşme’de. Kalabalığı, arabayla gideceğimiz 500 metrelik yolu tam bir buçuk saatte gitmemizden, Alaçatı sokaklarının tam orta noktası olan Köşe Kahve’nin önünde 15 dakika boyunca yürüyemeden hareketsiz durmamızdan az çok tahmin edebiliyorsunuzdur.
Gelelim ot ot diye hepimizin çıldırdığı etkinlikte neler olup bittiğine…
Festivalde bu senenin ana teması Radika (bir diğer adıyla Hindiba) otuydu. Yaprakları haşlanıp, zeytinyağı ve limonla yenilen radikaya restoranların birçoğunun menüsünde meze olarak rastladık ama festival alanındaki teyzelerin hazırlamış olduğu yemeklerin içeriğinde pek denk gelemedik. Aynı şekilde benim görüntü anlamında pek beğenmediğim ama lezzet olarak bayıldığım Şevket-i Bostan da başrolü çeken otlardan bir diğeriydi festivalde. Ama ne ilginçtir ki leğenlerde satışı yapılması dışında, sadece Köşe Kahve’de çorbasını içebilme fırsatına sahip olduk. Çok da lezizdi bu arada. Şiddetli tavsiyemdir.
Sadece Çeşmeli yerel halkın stand kiralayabilme hakkı olan festivalle ilgili gerçek düşüncemi soracak olursanız, içerik anlamında pek beslenemediğimizi söylerim size. Evet, karışık otlardan yapılmış çırpmalar ve çalkamalar, yaprak sarmalar, otlu gözlemeler ve enginarlı pilavlar bazı teyzelerin masasında mevcuttu ama elmalı kurabiyelerin, çiğ köftelerin ve reçellerin daha fazla yer alması, festivali odağı olan ottan çıkarıp bir kermes havasına sokmuştu bence. Ege otlarından yapılmış bir şeyleri deneyimleme düşüncesiyle gittiğimizden, içinde ot olması muhtemel olmayan lezzetler için bile bunda ne otları var sorusunu sormaktan kendimizi alamadık. Sadece, standların birinde rastladığım ve en yaratıcı lezzetler olarak değerlendirebileceğim ısırganlı baklava ve otlu kalbur tatlısı benim ot festivalinde beklediğim farklılığı bana sunabildi diyebilirim.
Festivalde en çok konuşulan konulardan bir diğeri ise her şeyin porsiyonunun 5 TL gibi bir rakamdan satılması oldu ki benim bu konuyla ilgili hiçbir şikayetim yok. Aksine çok da hoşuma giden bir durumdu bu. Çünkü sadece dört gün süren bir etkinlikte, ev hanımlarına böyle bir imkan verilebiliyor olması, parayla ölçülemeyecek kadar değerli bir hareket benim için. O yüzden yürüttükleri pazarlama çalışması ve insanlara yarattıkları bu imkan için Alaçatı Belediyesi’ni bir kez daha yürekten tebrik etmek isterim.
Dört gün boyunca festival alanında olsun, otellerde olsun birçok etkinlikler yapıldı. Yemek yarışmaları düzenlendi, atölyeler organize edildi. Dağlarda ve kırlarda yürüyüşler yapıldı. Birçok kişi yabani otları toplama ve tanıma fırsatı buldu. “Sağlıklı Yaşam” ve “Sürdürülebilir Tarım” konusunda paneller düzenlendi. Yani Alaçatı’da her yerde bir şeyler vardı aslında ama tek problem karmaşaydı. Önümüzdeki sene belediyeden arzum, tüm bu etkinlikleri daha profesyonel ve eğlenceli bir kurgu altında toplaması olur. Mesela festival alanındaki etkinlikler dışında, her otele bir ot teması uygulansa çok şahane olmaz mı? Biz radikayla ilgili bilgiler ve yaratıcı yemekler için bir noktaya, deniz börülcesi için başka bir noktaya odaklanırız ve Ege’nin bize sunduğu sınırsız dünyayı daha bilinçli bir şekilde tanımış oluruz.
Her şeye rağmen benim için çok keyif aldığım bir hafta sonuydu. Seneye bir daha gider miyim? Hafta içi evet ama Cumartesi, Pazar’a kalabileceğimi pek zannetmiyorum çünkü muhtemelen bu senenin de iki katı bir kalabalık karşımızda olacak.
Son olarak ülkemiz belediyelerinden bir ricam var. Festivaller anlamında fazlasıyla yetersiz olan bir Türkiye’de, Adana Portakal Çiçeği Karnavalı’yla, Alaçatı Ot Festivali’ni bir daha aynı tarihlere denk getirmeseniz mi acaba? Ülkeyi etçiller ve otçullar olarak ikiye bölmenin bir anlamı yok sonuçta değil mi?