Beden olumlama; 1960’larda cinsiyet, ırk, şekil, bedensel engel ayırt etmeksizin, nasıl görünürse görünsün tüm bedenleri olduğu gibi kabul etme amacıyla başlatılan bir hareket olarak tanımlanabilir. Hem medya, hem sosyal medya aracılığıyla dayatılan ‘ideal beden şekli kriterleri’, insanların kendi bedenlerini ‘kusurlu’ görmelerine, kendilerini bedenleri üzerinden yetersiz hissetmelerine sebep olurken; son yıllarda öne çıkan beden olumlama hareketi, toksikleşen güzellik algısına karşı farkındalık yaratmayı hedefliyor.
Yalnız, beden olumlama hareketi tüm çabalara rağmen amacına ulaşmakta zorlanıyor. Bunun en temel sebeplerinden biri de ‘ideal beden şekli’ kriterlerine dair -doğrudan ya da dolaylı olarak- bir günde yaklaşık 3 bin tane mesaj alıyor olmamız. Bir gün içinde ‘ideal beden şekli’ kriterlerine dair binlerce mesaja maruz kalındığı için insanlar, aksini düşünmekte ve daha önemlisi içselleştirmekte zorlanıyor. Beden olumlama hareketinin içselleştirilmesini zorlaştıran etkenlerden bir diğeri de, bu hareketin bazı kişiler tarafından -özellikle sosyal medyada- popülerleşmek için bir araç olarak kullanılması. Yani, sadece 5 kilo fazlası olan bir influencer’ın ya da pırıl pırıl parlayan cildiyle poz veren bir oyuncunun, kendi bedenlerini olduğu gibi sevip kabul ettiğine dair söylemleri, piyasaya sürülecek yeni bir kozmetik ürününün ön çalışmasıymış gibi hissettirdiği için, beden olumlama kavramı birçok kişi için -haksız yere- altı boş bir söylem olmanın ötesine geçemedi.
Aslında insanın kendilik değerinin beden şekli üzerinden belirlenemeyeceğine, çekicilik kavramının sadece dış görünüşle tanımlanamayacağına dair mesajlar verilmesi, istenen hedefe ulaşılması açısından çok daha etkili olabilecekken; ‘Olduğun bedenle güzelsin’ gibi sloganlarla verilen mesajların yine beden odaklı olması, istenilen sonuca ulaşmayı zorlaştırdı.
Dayatılan ideal beden şekli kriterleri yıllar içinde sürekli değişiyor ve insanlar bu değişime hemen adapte oluyor. Böyle hızlı bir değişim ve adaptasyon döngüsü içinde insanlar -doğal olarak- kendi bedenlerini olduğu gibi kabul edemeden, kendi bedenleriyle ilgili sürekli yetersiz hissediyor. 1980’lerin en ünlü top modellerinden biri olan Cindy Crawford, zamanında basenleri geniş olduğu için eleştiriliyordu. Son yıllarda ise Kardashianların etkisiyle büyük kalçaların moda olmasıyla, insanların bir kısmı kalçalarını eritmekten vazgeçip kalça büyütme ameliyatı olmak için sıraya girdi. Yine aynı şekilde bir döneme damgasını vuran Kate Moss çok zayıf olmanın idealize edilmesinde rol oynarken, günümüzde kum saati şeklinde bir bedenin idealize edilmesi zayıf olmak için değil kıvrımlı olmak için çabalamayı beraberinde getirdi.
Jawline modası başladığından beri giderek uzayan çeneler -özellikle dozu biraz fazla kaçmışsa- Hacivat ve Karagöz’ü anımsatmasına rağmen, ‘olması gerekene yakın’ olarak kabul edildi ve birçok kişi tarafından da benimsendi. Oysa, bundan 15 sene önce çenesi uzun olduğu ve ‘ideal kabul edilmediği’ için çene küçültme ameliyatı olmak isteyen insanların sayısı azımsanamayacak kadar çoktu. Sonuç olarak, idealize edilen beden şekilleri sürekli değişiyor ve bu değişime ayak uydurmak imkansız olduğu gibi, beden şeklimizi modaya göre değiştirmek zorunda da değiliz.
Öncelikle hiçbir beden şeklini eleştirmememiz gerekiyor. Günümüzde beden şekli dışında da birçok şey idealize ediliyor ve sırf bu yüzden insanlar kendilerini ait hissetmedikleri, birbirine benzer hayatlar içinde yaşayıp gidiyorlar. Bazen insan yabancısı olduğu bir hayatı yaşamaya çalışırken, hayatı üzerinde kendisini kontrolsüz hissettiği için bedenini kontrol etmeye, bedenini değiştirmeye odaklanabiliyor. Odak bedene kaydıkça, insanın hayatı istediği gibi yaşaması da daha zor hale geliyor. İstediği beden şekline sahip olmadan mutlu olmayacağına inanan insan; hayatı yaşamayı sürekli erteleyerek, daha da mutsuz oluyor.
Bir insanı çekici yapan, gözlerinin şeklinden çok bakışlarıdır. Dudaklara anlam katan kalın olması değil, gülümsüyor olmasıdır. Beğenilmek, sevilmeyi garantilemez. Sizi siz yapan birçok farklı özelliğiniz var ki, insanlar da bu özelliklerinizden dolayı sizi sever. Yani, yüzeysel mesajlar vermek yerine kavramları derinlemesine anlatmak; doğrudan olduğu kadar dolaylı yollardan da insanlara ‘gerçekliği’ göstermek gerek. Örneğin, dizilerde veya sinema filmlerinde başrol oyuncularının belli bir beden şekli ve görüntüye sahip olmaması; ‘idealize’ edilmiş görüntülerden ziyade ‘gerçek’ görüntülerin ekranlarda yer alması, insanların kendilerini bedenleri üzerinden yetersiz hissetmelerini de engeller.
Sonuç olarak, ne kadar kusursuz olursa olsun objelerle ilişkilenmeyiz. Kusur olduğunu düşündüğümüz her şey insan olmanın ortak paydasında bizi buluşturur ve birbirimize daha da yakınlaştırır. İnsan olmanın sınırlarını aşamayız -ki aşmak zorunda da değiliz- ama insan olmanın sınırları içinde kendimizi ve diğerlerini olduğu gibi kabul ederek özgürleşebiliriz. Sizi siz yapan -yani biricik ve tek yapan- özelliklerinizin farkına varın ve bu özellikleri azımsamayın. Dünyada yeterince güzel görünen insan var ama ne kadar iyi insan var sorgulanır. Bizim daha fazla güzel görünen insana değil ama daha fazla duyarlı ve iyi kalpli insana ihtiyacımız var.