İzmir-Çanakkale yoluna, Çanakkale yönünden gelirken önünüze önce Aliağa çıkıyor. 7-8 km ileride sağda Yeni Foça levhasını görünce içeri sapıp, toz-duman içinde sanayi bölgesini geride bırakınca insan gördüklerine inanamıyor. Taş evler, butik oteller, balıkçılarla sakin bir Ege kasabası burası. İsmi Yeni Foça ama aslında yeni bir yer değil. Peki tarihi taş binaların olduğu buraya neden Yeni Foça denmiş veya eski Foça ya da Foça’dan farkı ne diyorsanız şöyle özetleyebiliriz: Foça eski bir yerleşim, tarihi 3 -5 bin yıl öncesine gidiyor. Hatta Antik Çağ’da yaşadığı düşünülen İyonyalı (İzmir çevresinde yaşadığı düşünülüyor) ozan Homeros’un eserlerinde bahsettiği Siren Kayalıkları, Foça’da yer almakta. Zaman içinde Foça işgal altında kalıyor ve Foçalılar çok uzağa gitmeden 20 km ileride Yeni Foça’yı kuruyorlar. Yani buranın tarihi de çok eski. Yeni Foça, coğrafi özellikler itibariyle, konum olarak, adalar ve rüzgar olarak daha olumsuz şartlara sahip. Buna karşılık, Yeni Foça, içinde plaj olan, içinden denize girilebilen bir yer. Aynı zamanda Foça’nın da bütün dokusunu taşıyor. Bence eski yeni demeden iki Foça’yı da mutlaka gezmek lazım. Zira Rum ve Türk kültürüne dair pek çok ortak özelliği bir arada bulabileceğiniz, geçmişin güzel günlerini anımsatan yerlerden bahsediyorum. Daracık sokaklar arasında yürümeye başladığınızda taş evlere hayran olmamak elde değil. Bugün birçoğu yenilenmeye çalışılıyor, arada hâlâ bakımsız olanları da var ama yine de gördüklerinizden büyülenmeniz garanti... 19. yüzyıldan kalma Papaz Mahallesi’ne mutlaka yolunuz düşmeli. Kimi evler bugün butik otel olarak kullanılıyor. Konaklamasanız bile, içeri girip geçmiş zamanların izini sürmeye çalışabilirsiniz.
Yenifoça’nın mütevazı küçük çarşısında dolanırken karşılaştığınız bir sakinine, benim yaptığım gibi “Hangi Foça’dansınız?” sorusunu sormasanız daha iyi. Zira aralarında bu soruyu cevaplamaktan sıkılmış o kadar çok kişi var ki, “Artık bize bu soruyu sormayın” diyor içlerinden bazıları. Geçmişte bu soru farklı sorulurmuş: “Hangi Foça’dansın? Taş çıkandan mı, tuz çıkandan mı?” Tuz çıkanı Eski Foça. Çünkü bir zamanlar İzmir’in ünlü Çamaltı tuzlası oraya bağlıymış. Çıkan tuz Foça’da depolanıp gemilerle dışarıya gönderiliyormuş. Taş çıkanı ise Yenifoça. Pek çok taşocağından yassı, kayraksı yapılı inşaata elverişli taşlar çıkıyor halen. Beldenin kuzeybatısındaki dağdan ise kızıla çalar rengiyle değirmen taşı çıkıyor. Her iki taş da çıktığında nemli olduğu için yumuşak, işlemeye elverişli.
Foça, kendisini yurt edinen Akdeniz foklarıyla da sıkça gündeme geliyor. Zaten ismini de foklardan alan bu sakin belde, nesli tükenme tehlikesiyle karşı karşıya olan bu hayvanlara ev sahipliği yapıyor. Foça Belediyesi’nin ambleminde yer alan tatlı fok resmi dikkatli gözlerden de kaçmıyor.
İsmi Foça’yla anılan bir üzüm olan Foça karası da bu yazıda kendisinden bahsedilmeyi hak ediyor. Adı çok uzak sahillere kadar ulaşmış, sonra unutulmuş ve günümüzde yeniden canlandırılan bir üzüm bu. Antik bir üzüm cinsi olan Foça karasının hikayesini anlatırken yine tarihin derinliklerine çevirmek durumundayız rotamızı. İ.Ö 6. Yüzyılda, Batı uygarlığının da temellerinin atıldığı bu topraklarda denizciler ticaretin gelişmesine büyük katkıda bulunmuşlar. Sadece Marmara, Karadeniz’e açılmakla kalmayıp Akdeniz’e açılmışlar. Foçalılar’ın Akdeniz’de 30’a yakın koloni kurdukları biliniyor. Bunlardan biri de Fransa Marsilya’daki Massalia. (Hatta bugün Marsilya Limanı’na gittiğinizde, üzerinde “Bu şehir İ.Ö 600 yılında Anadolu’dan gelen Phokailılar tarafından kurulmuştır” yazılı bir pirinç plaka görüp gurur duyabilirsiniz. )
Ticaret yaptıkları bu topraklara beraberlerinde Foça karası üzümünü de götürmüşler. Bu eski üzümden geçen yüzyıla kadar Foça’da şarap üretiliyormuş Rumlar tarafından. Ancak 1923’te Türkiye ve Yunanistan arasında yapılan Nüfus Mübadelesi’nin ardından ortadan kaybolan bu üzüm, 2003 yılında Öküzgözü Şarapçılık tarafından yeniden canlandırılıyor. 2008 yılında Monosepai adı altında Türkiye’deki tek Foça üzüm şarabını üretiyorlar.
Bu sakin, otantik belde de öncelikle iyi balık yiyebilirsiniz. Büyük şehirlerde çok karşımıza çıkmayan ya da nadir rastlaştığımız diyelim, orkinos, mezgit, barbunya, sinarit gibi balıkları tadabilirsiniz. Kupa balığının sarımsaklı yogurtla harmanlandığı Yoğurtlu Kupa buraya ait bir lezzet. Yörede akla ilk gelen adres Fokai Restaurant. En diri kalamar ve ahtapot burada, levreği kendi suyunda, kurutmadan pişiren bir adres burası. Bunun dışında Eski Foça’da Deniz ve Sahil’i de denemelisiniz. Deniz kenarında lezzetli meze ve balık isteyenlere önerilir. Foça Dibek’te bir yorgunluk kahvesi içebilir, Nazım Usta’da sakızlı dondurmanın tadına bakabilirsiniz. Karadut ve çikolatayı da yanına eklemenizi tavsiye ederim. Güzel gidiyor! Denk gelirseniz meydanda arabasında hizmet veren Neco’nun midye dolmalarını da tadın derim.
Her gittiğim yerde yerel pazarlar kişisel olarak ilgi alanım. Foça’ya da eğer bir salı günü denk geldiyseniz pazarını mutlaka görmelisiniz. Postane’nin arkasındaki meydanda kurulan pazarda mevsimine uygun Ege otları, taze sebzenin yanı sıra şifalı sabunlar, Şile bezinden elbiseler, el işi incik boncuklar bulmanız mümkün.
Foça’ya gelip de Karataş’ın öyküsünü bilmemek olmaz. Bir karataşın varlığından söz ediliyor ama nerede olduğunu bilen yok. Ve deniyor ki bu taşa ayağını basan, Foça’dan bir daha hiç kopamıyormuş. Mutlaka dönüp dolaşıp Foça’ya geliyormuş. Gerçi karataşı bulmasanız bile bunca güzelliğe vurulup, Foça’ya yeniden gitmek istememek mümkün değil!
Mutlaka okuyun: Gökçeada'da görmeniz gereken 3 köy