Seyahat etmek, insanı iyileştiren en etkili yol... Çünkü insan, rutinin dışına çıkınca mekânın da zamanın da bir ruhunun olduğunu hatırlıyor. Her şehrin, sokağın ve hatta binanın bir hikayesi var, usulca dile geliyor gezerken... Hâl böyle olunca, içimizden hep bir yerlere gitme isteği gelir. Yeni bir yer görmek için hazırlayacağımız bavul, bazı zamanlarda iş yerinde kahve almaya gitmekten daha az yorabiliyor.
Bazen de şehrin merkezinde tam da yanı başımızda olan bir yere götürür ayaklarımız bizi. Belki de artık oraya farklı gözlerle bakmanın zamanı gelmiştir. Bu minvalde son zamanlarda İstanbul'da beni en çok etkileyen yerlerden biri, şüphesiz Kanlıca’daki Mihrabat Korusu... İster dostlarınızla, ister yalnız gidebileceğiniz bu koruda, keyifli vakit geçirebilirsiniz.
Korunun muhteşem manzarası tüm İstanbul şiirlerinin ilham kaynağı olabilecek özellikte. Korumaya alınmış tarihi çınar ağaçları, sonbahar aksinin boğaz sularının üzerine yansıması, içinde kaybolabileceği bir seyir alemine düşürebilir insanı... Öyle acele etmeden, yavaşça izlemek lazım akışı. Yaprak sesleri, gemiler ve etrafta yürüyen martılar ile sanki her şey olması gerektiği gibi tabloda... Bir de sade kahveniz varsa masada ve gönlünüzü ısıtan insanlar karşınızda, işte 'anda kalmak budur' diyebilirsiniz.
Bu arada biraz da korunun tarihinden bahsedelim. Adını 18. yüzyılın başlarında sadrazam Damat İbrahim Paşa tarafından III. Ahmet için yaptırılmış Mihrabat Kasrı’ndan alıyor, birkaç kez el değiştirmiş ve sonunda Sadullah Paşa’nın eşi tarafından Mısırlı Abbas Hilmi Paşa’nın kızı Rukiye Hanım’a yüz görümlüğü olarak hediye edilmiş. İçindeki yapı Patrona Halil isyanında çıkan yangından dolayı kısa sürede yok olmuş.
Günümüzde düğünlerin de yapıldığı koruda giriş ücreti alınmıyor, oldukça geniş bir otopark alanı mevcut. Kahvaltı için tercih edebileceğiniz gibi günün diğer öğünlerinde de zengin mönüsünü tadabilirsiniz. Ama ilave etmek gerekir ki orada çok uzun zamandır düşünüp bulamadığınız bir sorunun cevabı da sizi beklemektedir. Neden bu şehri bırakıp gidemiyorsunuz?
Mutlaka okuyun: İstanbul keşifleri: Yerebatan Sarnıcı