Aile, içindeki her bireyin bir parçasını oluşturduğu, kompleks ve dinamik bir yapıya sahiptir. Bu bütünün her bir elemanı, diğerlerini etkiler ve aynı zamanda onlardan etkilenir. Anneanne, babaane, dede, hala, dayı, aynı çatı altında yaşayan her kim varsa, bu kurama tabidir, sistemin bir parçasıdır. En yaygın olan çekirdek aile tanımında, temel bakım veren rolleri anne-babaya ait olduğundan, bugün aileyi bu pencereden ele almak isterim.
Sistemin bu iki önemli parçasının birbirleriyle olan ilişkisi, diğer bir parça olan çocuğu ne şekillerde etkiler? Eş olmak başka, anne-baba rolü başka mıdır? Yoksa, toplumda yaygın olan “Anne-baba kavga ederse çocuk kötü etkilenir” düşüncesi midir daha doğru olan?
Anne-Baba mı? Karı-Koca mı?
Çocuğun anne ve babadan aldığı bakım, sevgi ve ilginin değerini hepimiz biliyoruz. Ancak çoğunlukla atlanan bir şey var ki, o da anne baba arasındaki aşk ilişkisi. Gözlemlerimden ve aldığım eğitimlerden aklımda kalan vurucu cümlelerden biri şuydu: “Çocuğun, anne ve babasının birbirine olan aşkına, sevgisine şahit olması, onun gelişimi için sihirli bir değnektir.” Yani, sadece anne baba vasıflarına sahip yetişkinler değil, aynı zamanda karı koca rollerini de sürdüren ebeveynler olabilmekten bahsediyoruz.
Birbirini seven, saygı duyan, yardımlaşan, duygusal destek alan ve verebilen eşler, sadece çocuklarına iyi birer model olmakla kalmıyor. İlişkisinden tatmin ve mutlu hissedebilen birey, çocuğuna da daha verimli, kaliteli bir ilgi alaka sunabiliyor.
Çocuk için kendinizden feragat etme durumu belirli bir sınırı aştığında, bu faydadan çok zarar vermeye başlayacaktır. İhtiyaçları karşılanmayan bir anne/baba, duygusal bir boşluk ve yalnızlaşma hissi duyar. Bu durumda, kendi alamadığı ve yoksunluk çektiği bir şeyi çocuğuna sunarken zorlanması çok doğal.
Öfkenin Halleri
Çocuğun duygusal gelişimiyle ilgili en çok değindiğimiz noktalardan biri duyguları ifade edebilme becerisi. Anne ve babanın ilişkilerinde bu beceriyi nasıl ortaya koyduğu da bu yüzden çok anlamlı. Paylaşmak mı, içe atmak mı? Karşılıklı anlayışla çözüm yolları aramak mı, yoksa çatışmanın dinmediği ve yıkıcılığın hakim olduğu bir ortam mı? Bu ve benzeri birçok soru var, ancak ben burada önceliği çiftler arasında öfke duygusunun ifadesine vermek isterim.
Öfke gibi olumsuz olarak adledilen duyguların da ifade edilebilmesi sanılanın aksine çok değerlidir. Çocuk burada çok kritik bir dizi adıma şahit olur: Çiftlerden biri, diğerine hissettiği hoşnutsuzluğu içe atmak yerine ifade eder; karşı taraf bunu görür ve taşıyabilme kapasitesi gösterir; kavga gürültü bile olsa, nihayetinde sular durulur. Bu tablo, öfkenin çiftler arası sağlıklı bir örneğidir.
Böylelikle, öfkenin doğal bir duygu olduğu ve kalıcı bir kayba yol açmadan, yıkıcı olmadan da yaşanabileceğini gözler önüne sermiş olursunuz. Kimse bir diğerini terk etmemiş, geri dönüşü olmayan hasarlar ortaya çıkmamış ve tüm öfkeye rağmen ilişki yeniden yoluna girebilmiştir.
Eğer ki, öfkenin şiddete dönüşerek ifade edilmesinden bahsediyorsak, tahmin edeceğiniz gibi çocuk için oldukça riskli ve sağlıksız bir ortam var demektir. Çocuk, duyguları ifade etmenin kötü sonuçlara yol açacağı düşüncesiyle kendi duygularını bastırma, içine kapanma yoluna gidebilir. Veya tam tersi, öfkeyi, şiddetle dışa vurmayı bir problem çözme yöntemi zannederek şiddete meyilli bir birey olma yolunda ilerleyebilir.
Çocuklar Duymasın, Görmesin!
Buradan hareketle altını bir kez daha çizmiş olalım, “Aman çocuklar duymasın! Görmesin, anlamasın.” gibi bir yaklaşım doğru değil. Olumsuzlukları çocuktan saklamak, her şey dört dörtlükmüş gibi göstermeye çalışmak iyi niyetle dahi olsa zarar verir.
Çocuk kendisinden bir şeyler saklandığını hisseder; hatta bu derece saklandığına göre vahim bir durumun içinde olduklarını zannedip daha çok stres altına girebilir. Birey yerine konmadığını hissedebilir, onu üzmemek için sizin daha çok çaba harcadığınızı hissederek suçluluk duyabilir. Eğer sağlıklı bir şekilde ifade edilebiliyorsa, insana ait hiçbir duyguyu çocuktan gizlemeye gerek yoktur, aksine paylaşılmalıdır.
Cinsellik de diğer tüm kavramlar kadar doğal ve çocuğun sizden öğrenmeye ihtiyaç duyduğu bir olgudur. Geçtiğimiz günlerde bir çocuk kitabında yer alan, ebeveynlerin cinsel ilişkiye girmesine şahit olan çocuk sahnesi tartışma konusu oldu. Orada yanlış denilecek şey, çocuğun cinselliği görmesi değildi. Çocuk 3-6 yaş arası gelişim evresine geldiğinde, bedenine, cinselliğe, hazza ve tabii ki anne ve babasının nasıl olup da dünyaya bir bebek getirebildiğine dair inanılmaz merak duyar. Önemli olan, doğru bilgileri onun yaşına uygun, anlayacağı şekilde ona sunabilmektir. Tabii ki kültürel faktörler de göz önüne alınarak, zira bunun kaç yaşında, ne şekilde olacağı Avrupa kültürüyle ülkemiz arasında farklılık gösterecektir. Kanımca, o kitapta atlanan noktalar da, bu kültürel uyarlama ve orada çocuğa verilen cümlenin içeriği hususundaydı.
Boşanmak ya da Boşanmamak
Boşanma apayrı bir yazı konusu ancak söylemeden geçemeyeceğim ki, araştırmaların da desteklediği üzere, boşanmamak her zaman çocuk için en iyisidir algısı oldukça yanlış. Boşanma esnasında, geçiş sürecinin ve duygusal desteğin önemi çok büyük ve kabul ediyorum ki hassas, zor bir dönem. Ancak uzun vadede, kaygı, öfke, üzüntü, davranış bozukluğu veya okul başarısızlığı gibi faktörler ortadan kalkıyor. Yani, sağlıksız bir ilişkiye yıllar boyu maruz kalan bir çocuktan ziyade, sağlıkla boşanabilen bir çift en az hasarla atlatabilir bu süreci.
Ne yazık ki sık gördüğümüz, çocuğu taraf tutmaya mecbur etmek, çocuğun anne ya da babaya duygusal destek verme konumunda hissetmesi gibi boyundan büyük görevler onun omuzlarında inanılmaz bir yük oluşturur. Bunların yarattığı kaygıyla baş etme yolları olarak çocukta, kendini bilgisayar oyunlarına vermek, aşırı yeme davranışları, hatta obezite durumu gibi olumsuzluklar ortaya çıkabiliyor.
Sonuç olarak, şu üçüne zihnimizde ayrı ayrı yer vermeliyiz: Evliliğe olan sorumluluk, çocuğa olan sorumluluk ve birey olarak kendimize olan sorumluluğumuz. Her biri değerli ve hiçbiri ihmal edilmeyi hak etmiyor.