Reichstag Dome, Alman Parlamento binasının terası. Biz burayı dört günlük gezimizin son gününde dolaştığımızda büyük bir hata yaptığımızı fark ettik. Burası aslında Berlin’e iner inmez, gitmeniz gereken ilk yer. Çünkü sesli rehber eşliğinde gezdiğiniz bu mekanda 360 derece olarak Berlin’deki her şey en ince ayrıntısına kadar size anlatılıyor. Teknik bakımdan enteresan özellikleri olan Reichstag Dome’a giriş için bir gün önceden online ya da kapıdan rezervasyon yaptırmanız yeterli. Herhangi bir giriş ücreti bulunmuyor.
Avrupa’da bizimki gibi bol kepçe bir kahvaltı bulabilmek çok zor. Onlar da durum bir adet kruvasan ve bir fincan kahveden öteye geçmiyor malum. Berlin’deki House of Small Wonders için bu söylediklerim geçerli değil tabii. Gördüğüm en keyifli mekanlardan biri olan House of Small Wonders’da yediğim “Potato Gratin with Scrambled Egg”i uzun süre unutacağımı zannetmiyorum. Burası dışında Berlin’de iyi bir kahvaltı için What Do You Fancy Love, Wiener Bröd ya da Marriott Hotel Mitte’yi de tercih edebilirsiniz.
Burası aslında bir fırın. Yani insanlar buraya sabahları ekşi mayalı ekmeğini ya da kruvasanını almak için uğruyor. Ama Berlin’deki Zeit Für Brot’u, Zeit Für Brot yapan şey aslında muazzam Schnecken pastaları. Instagram’da paylaştığımda görüntüsü bu kadar kötü olup, tadı bu kadar iyi olabilen başka bir şey yemedim demiştim. Birçok insan aslında görüntüsü de güzel diye bozdu beni. Ne yapın edin, gidip yüzünüze gözünüze bulaştıra bulaştıra yiyin bu güzelliği.
Hepimizin farklı farklı tercihleri oluyor seyahatlerde. Kimimiz alışverişe odaklanıyor, kimimiz müze ya da tarihi yerlerin peşinden gidiyor, kimimiz de benim gibi iyi yemeğin derdinde oluyor yurtdışında bir yere gittiğinde. Açık konuşmak gerekirse ben müze gezmekten biraz sıkılabiliyorum ama oralarda saatlerce vakit geçiren insanlara da ciddi hayranlık duyuyorum. 200’ün üzerinde müzeye ev sahipliği yapan Berlin’de ziyaret etmeden dönmemenizi önereceğim iki yer var. Bunlardan biri Osmanlı’dan kalma eserlerin de sergilendiği Bergama Müzesi (12 Euro), bir diğeri ise 2.Dünya Savaşı öncesi ve sonrası Yahudilerin yaşadıklarını anlatan ve mimari açıdan beni çok etkileyen Berlin Yahudi Müzesi (8 Euro).
Berlin’de nerede ne yemeliyim sorusunu sorduğumda en çok burayı yazdı takipçilerim. Ben aslında yaptığım gezilerde daha yeni yerler keşfetme meraklısı olduğumdan, çok fazla tavsiye edilen yerlere pek gitmemeye çalışıyorum. Birçoğu ile ilgili yaptığım araştırmalarda da hakikaten mekanın oldukça turistik olduğu sonucuna ulaşıyorum. Lakin bu durum The Bird için geçerli değil. Önceden muhakkak rezervasyon yaptırmanızı önerdiğim, aksi takdirde kesinlikle yer bulamayacağınızdan emin olduğum The Bird’de burger fiyatları 11-14 Euro arası değişiyor. Pita ekmeği arasında servis ettikleri burgerlerinden favorim Mushroom&Swiss Cheese olanı.
Dünyada inanılmaz bir trend haline gelen, ileri teknik demleme yöntemlerinin kullanıldığı üçüncü dalga kahveci kültürü bildiğiniz üzere ülkemizde de oldukça revaçta şu sıralar. Kahveyle ilgili hepimizin farkındalığı artmışken gittiğimiz her yerde de iyi kahve içebilmenin yollarını arıyoruz. Üçüncü maddede yazdığım Zeit Für Brot’la aynı sokakta bulunan ve aralarında sadece 50 metre olan Five Elephant’da iyi bir Flat White Coffee içmek, Berlin’in olmazsa olmazlarından biri. Kahve fiyatları 2.90 Euro’dan başlıyor.
Almanların bizler gibi ya da Fransızlar, Uzakdoğulular, İtalyanlar gibi geniş bir mutfak kültürü yok. Varları yokları sosis ve bira. Dolayısıyla Alman memleketlerinde her telden restoran bulabilmeniz mümkün. Gittiğim şehirlerde her zaman en iyi et nerede sorusunun cevabını aramışımdır. Çok şükür ki Berlin’de de doğru sonuca ulaştım. Birçok şubesi olan Block House’un Alexanderplatz’daki şubesi bence en keyiflisi. Biz tam menüye bakacakken, garson arkadaş iyi içerikte bir fix menüleri olduğunu söyledi. Sezar salata ile başlayan yemeğimizi, sour cream soslu bir patates püresi, sarımsaklı ekmek ve muazzam 400 gramlık orta pişmiş bir antrikot ile sonlandırdık. Kişi başı da 29.50 Euro para ödedik. En ciddi yeme-içme tavsiyelerimden biridir.
Berlin’in en hareketli bölgesinin Mitte olduğunu söyleyebilirim. Kocaman caddeleri, dev binaları, muazzam alışveriş noktaları ile kendimi bazen Las Vegas’da, bazen Dubai’de hissettim burada. Sony Center mesela. Gökdelenlerin ortasında koca bir meydan. Sinema, kafeler ve restoranlar. İnanılmaz bir sosyalleşme alanı. Que Pasa diye bir Meksika restoranında oturduk burada. İyi bir Quesadilla yedim. Ve beklentimin çok çok üzerinde bir Margarita içtim. Şehrin ana sembollerinden biri olan ve Doğru ve Batı Berlin’i birbirinden ayıran meşhur Brandenburg Kapısı’da Mitte taraflarında. Katledilen Avrupalı Yahudilerin Anıtları’da hemen Brandenburg’ın yanında geniş bir alana yayılmış. İyi bir gece hayatı olan Berlin’in en ünlü gece kulüplerinden Felix’i de yine Mitte bölgesinde ziyaret etmeniz mümkün. Şıkır şıkır giyinmeyi ihmal etmeyin ama. Yoksa kapıdan geri çevrilebilirsiniz.
Berlin’de her yere metro ve otobüsle gidebileceğiniz gibi taksiyle de ulaşımınızı kolaylıkla sağlayabilirsiniz. Hele bizim gibi üç kişiyseniz, taksiler çoğu zaman çok daha uygun bir fiyata gelebilir sizin için. Taksiye biner binmez şoförün yüzüne bakın ve merhaba deyin. Yüzde 99 Türk çıkacaktır. Biz kaç hayat hikayesi dinledik bu yolculuklarda belli değil. Meşhur Berlin Duvarı’nın üzerine 21 farklı ülkeden 118 sanatçının eserlerini oluşturduğu East Side Gallery’e de taksiyle gittik, o yüzden anlatıyorum böyle ayrıntılı. Burası dünyaca ünlü yıldızların konserlerini verdiği Mercedes Benz Arena’nın hemen karşısında yer alıyor. Her eserle fotoğraf çekilmeye kalkarsanız bir gününüzü ayırmanız gerekebilir lakin bu duvarın uzunluğu tam bin 316 metre.
Bir Alman çikolatası yemeden tabii ki dönmeyecektik Berlin’den. Fassbender & Rausch, buranın mihenk taşlarından biri. Kocaman bir showroom’ları var. Berlin’in tüm tarihi yerlerinin çikolatalarının yer aldığı dükkanın üst katında ise geniş oturma alanlı bir kafeleri var. Rica ediyorum Berlin’den buranın sıcak çikolatasından içmeden ayrılmayın. Ben ki tatlı bir şeyler yiyip içtikten sonra üstüne tuzlu şeyler tüketme ihtiyacı hisseden birisiyim, ikincisini istedim sıcak çikolatanın. Belli kakao oranına sahip minik çikolatalardan da gelirken getirirseniz ayrıca sevinirim. Favorim yüzde 80 olanı. Şimdiden teşekkürler.
Berlin’in Taksim’i Alexanderplatz’a yürüme mesafesinde olan Hofbrau’da Alman mutfağı temsilcisi kontenjanından giriyor bu listeye. Yoksa bahsettiğim gibi çok geniş bir dünyası yok Almanlar’ın bu konuda. Keyifli bir schnitzel, iyi bir sosis, güzel bir tavuk, muazzam bir kartoffelsalad (Almanlara özgü patates salatası) deneyimledik burada arkadaşlarla. Ve en önemlisi çok çok iyi biralar içtik. Mutlaka gitmelisiniz demiyorum ama yine de görmekte fayda var.
İşte geldik en tüyler ürpertici maddeye. Gedenkstatte Sachsenhausen Concentration Camp. Özetle Nazi Toplama Kampı. Berlin’e 35 km uzaklıkta bulunan Sachsenhausen’e ulaşmak biraz meşakkatli. Ben üç aktarmalı toplam 1.5 saat süren metro ve tren yolculuklarının ardından ulaştım buraya. “Arbeit Macht Frei” (Çalışma özgürlük getirir.) yazısıyla sizi karşılayan kampta zamanında 200 binden fazla insan tutsak edilmiş. Bunlardan 100 bini hastalık, yetersiz beslenme, tifo, sarılık ve kışın dondurucu ayazı karşısında hayatını kaybetmiş.
Paris’teki Galeries Lafayatte’den sonra Berlin’deki biraz gösterişsiz ve ufak geldi bize ama neyse ki benim alışverişle pek aram yok. O yüzden buraya girer girmez kendimi zemin kattaki Gourmet bölümüne attım. Dünyanın en özel yeme-içme ürünlerinin satıldığı bu bölümde butik, keyifli birkaç mekan da mevcut. Benim en çok dikkatimi çeken şey Crepes Maman mekanında yapılan fotoğraftaki Colette oldu. Glutensiz krep içerisinde emmantel peyniri, pastırma ve yumurta. Tek kelimeyle efsane bir lezzet. 10 Euro’ya kahvaltıda ya da öğleden sonra ara öğün olarak tercih edebilirsiniz. Bu arada mekan sahibi David’e benden selam söylemeyi sakın unutmayın.
Yıllar önce Cem Yılmaz’ın reklam çektiği bölge burası: Kreuzberg. Burada belli bir zaman geçirdikten sonra kendinizi Türkiye’deymiş gibi hissetmeniz gerçekten çok olası. Çünkü neredeyse tüm tabelalar Türkçe. Tesisatçısından, sigorta şirketine, acentesinden restoranına her yerde Türk firmaları. Öyle ki üst geçitte Kreuzberg Meydanı yazacak kadar ele geçirmişiz burayı. Ama sokaklarda sadece Türkler yok. Giresunlu Hasır Restaurant’ta İskender Kebap yiyenlerin yüzde 80’inin yabancılar olduğunu söyleyebilirim mesela. Özellikle durdum inceledim, oradan biliyorum. Yüzünüzde keyifli bir tebessüm yaratan bu mahalleyi vaktinizin kalması durumunda mutlaka ziyaret etmenizi öneririm.