Osmanlı’nın ilk modern sarayı olan Dolmabahçe Sarayı, Sultan Abdülmecid’in isteği üzerine mimar Balyan kardeşlere yaptırıldı. 1843’te başlayan inşaat, 1853’te tamamlansa da o tarihte devam eden Kırım Savaşı sebebiyle ancak 3 yıl sonra açılabildi. Osmanlı mimari kültürüne uygun ama Avrupa stilinde inşa edilen yapıda, pek çok teknoloji de ilk kez kullanıldı. Süslemelerinde hiçbir masraftan kaçınılmayan sarayın her odası, hatta her köşesi ayrı göz alıcı. 2.000 metrekareyi aşan alanı, yüksekliği 36 metreyi bulan kubbesi ve her detayı ayrı bir işçilikle bezenmiş olan Muayede Salonu hâlâ yapıldığı dönemdeki göz alıcılığını sürdürüyor. Topkapı Sarayı’ndan getirilen altın taht ve 4,5 tonluk kristal avize, salonu gezen herkesi büyülüyor.
Kral II. Ludwig tahta çıktıktan sonra, yalnız geçirdiği ve sadece gelişmiş hayal gücüyle renklendirebildiği çocukluğunun telafisi olarak, hayallerindeki şövalyelere layık ve hayranı olduğu operalardaki gibi gösterişli bir kale yaptırmak istedi. Böylece büyüdüğü köy olan Swangau’da Neuschwanstein Kalesi’nin inşaatını başlattı. Almanya’da kalelerin stratejik öneminin kalmadığı bir dönemde yaptırılan Neuschwanstein Kalesi, halktan tepki çekti. İnşaatın bitmesiyle beraber, henüz dört oda dekore edilmişken kaleye yerleşen II. Ludwig, sadece 172 gün sonra savurganlığı ve takıntılı ruh hali yüzünden kendi bakanları tarafından suçlandı. 1886 yılında oluşturulan bir psikiyatri komitesi Ludwig’in zihinsel hastalığı olduğunu ilan etti ve kral, gözetim altığında tutulmak üzere, bir ay sonra ölüm yeri olarak anılacak Berg Şatosu’na gönderildi.
1836 yılında Fransa’nın küçük bir köyü olan Charmes’de doğan Ferdinand Cheval, 13 yaşındayken okulu bıraktı ve postacı oldu. Bir gece rüyasında bir saray inşa ettiğini gören Cheval, posta dağıtırken ayağına çarpan taşın şekline hayran olunca saklamak için cebine koydu. Topladığı taşları birleştirerek kendince heykel denemeleri yaparken 15 yıl önce gördüğü rüyası aklına geldi ve o an hayalindeki sarayı evinin bahçesinde inşa etmeye karar verdi. 1879 yılının Nisan ayında sarayını inşa etmeye başlayan Cheval, sonraki 33 yıl boyunca yaklaşık 29 kilometre uzunluğundaki günlük posta turu sırasında taş toplamaya ve Palais Idéal’i inşa etmeye devam etti. 1912 yılında tamamlanan Palais Idéal, mimarı Ferdinand Cheval’in kitaplardan okuduğu, kartpostal ve dergilerde resimlerini gördüğü dünyanın onun gözündeki yansıması. Cheval, eserinin ana fikrini ise girişindeki “İnsanlar arasındaki kardeşlik” yazısıyla net bir şekilde ortaya koymuş. 1969’da tarihi eser olarak listelenen saray, bugün hala pek çok ziyaretçiyi ağırlıyor ve sanat etkinliklerine ev sahipliği yapıyor.
Dünyanın en çok fotoğraflanan köprüsü unvanını taşıyan Golden Gate, rengiyle de benzerlerinden ayrışıyor. Köprünün genel tasarımını New York’taki Manhattan Köprüsü’nün mimarı Leon Moisseiff, teknik ve teorik çalışmalarını mühendis ve matematikçi profesör Charles Alton Ellis yaptı. Amerikalı bir konut mimarı olan Irving Morrow ise köprü kulesinin genel şekli, aydınlatma düzeni, kule dekorasyonları, sokak lambaları, korkuluk ve yürüyüş yolları gibi Art Deco unsurlarını tasarladı. Fakat bunlardan da önemlisi, köprünün en çarpıcı özelliği olan renginin altına imzasını attı. Golden Gate, henüz tasarım aşamasındayken renginin gri olacağı kararlaştırılmıştı. Ancak inşaatı sırasında Amerikan Donanması, gemilerin köprüyü sisli havalarda rahat görebilmesi için dahiyane(!) bir fikirle geldi: Siyah üzerine sarı kalın çizgiler. Bu kadar emek harcanan köprüyü bir ucubeye çevirmek istemeyen Irving Morrow, paslanma önleyici kırmızı bir astar boyasından esinlenerek köprünün sıcak turuncu renge boyanmasını önerdi. Kabul edilen bu renk, Golden Gate’in ikonik bir yapı olmasının en önemli sebeplerinden biri oldu. Bu kızıllığı bir gün batımında görmek için San Francisco’ya gitmelisiniz.
Moskova’nın dünyaca ünlü yapılarından biri olan Aziz Vasil Katedrali, tarihin önemli sahnelerine tanıklık etmiş yerlerden biri olan Kızıl Meydan’ın güney ucunda bulunuyor. Sık sık Kremlin Sarayı ile karıştırılan ve fotoğraflarda göründüğü kadar büyük olmayan bu yapı, insanı büyüleyen renkleri ve mimarisi sayesinde UNESCO Dünya Mirası Listesi’ne de kabul edildi. Korkunç İvan 1552 yılında Tatarlara karşı büyük bir zafer kazanınca, bu zaferi hafızalara kazımak için bir eser inşa ettirmek istedi. Karar ve tasarım çalışmalarının ardından 1555 yılında yapımına başlanan Aziz Vasil Katedrali, 1561 yılında tamamlandı. İşte efsane tam da burada başlıyor. Kesin bir kayıt olmasa da yüzyıllardır dilden dile dolaşan bir rivayete göre, acımasızlığıyla nam salan Korkunç İvan, inşaatın tamamlandığı gün katedralin İtalyan mimarı Barma’nın gözlerini dağlatmış. Neden dersiniz? Döneminde eşi benzeri olmayan bu göz alıcı yapıyı başka yerde yapamasın diye… Bu kör edici yapıyı yerinde görmek için istikamet Moskova!
Mutlaka okuyun: İstanbul keşifleri: Yerebatan Sarnıcı